Peki ya siz çocuğunuzu kampa gönderme fikrine hazır mısınız?
Genelde anne ve babalar cocukları belirli bir yaşa geldiğinde onların kamp için hazır olup olmadığını sorgular, ancak belki de asıl sorulması gereken soru şu: Aileler, özellikle anneler çocuklarından ayrı kalmaya hazır mı? Çeyrek asırdır gerek grup lideri, gerek kamp idarecisi, gerekse veli olarak kamplarda edindiğim tecrübelerden, ailelerin çocuklarını kampa gönderme kararı verirken bizlere sorduğu sorulardan yola çıkarak bu soruya 5 maddede cevap vermek istiyorum.
1. Çocuğumuzun hayat becerileri konusunda aşırı endişeliyiz.
Çocuklarımızı kampa gönderme, onlara bağımsızlık ve özgüven verir. Tabii bu ancak anne ve babaların endişelerini bir kenara koyup; çocuklarını, hayatı ve yaşıtlarıyla iletişimi deneyimlemesi için serbest bırakmaya gönüllü olmalarıyla mümkün olabilir. Birçok anne ve baba için bu sanıldığı kadar kolay değildir. Her yıl, iki veya üç annenin “Çocuğum kampa katılmayı çok istiyor ama ben onu kampa göndermeye hazır hissetmiyorum.” şeklindeki yoğun endişesi ile karşılaşıyorum. Çocuklarının onlar yokken kendisine bakamayacağından, dişini dahi fırçalayamayacağından, aç kalacağından, valizini hazırlayamayacağından endişe ediyorlar. Evi özlerse diye korkuyorlar. Burada öğrenci yaşının bir ölçüt olmadığını hatırlatmam lazım. Yaşı 16-17 olan oğluna kamp sormak için telefon açan bir anne söze, “yaşı henüz küçük ama…” diyerek girdiğinde 6.5 yaşında yatılı kamp öğrencimiz olduğunu söylediğimde şaşıran (muhtemelen dehşete düşen) annelerle her yıl kayıt zamanı karşılaşıyorum.
Çocuğunuzun başarılı ve verimli bir kamp geçirebilmesi, gelişebilmesi, öğrenebilmesi, kendi sınırlarını anlayabilmesi için kampın ona katacaklarına öncelikle anne baba olarak bizlerin yürekten inanmamız çok önemli. Dürüstçe şunu belirtmem lazım: Evet çocuğunuz kampta zorlanacak. Hangimiz hayatı öğrenirken zorlanmadık ki? Bu ister bir, ister üç haftalık kamp olsun, ister yurtiçinde ister yurtdışında olsun; farklı bir ortam, farklı kurallar, arkadaşlar, gününün 24 saatini belirleyen bir program karşısında tek başına elbette baştan zorlanması mümkün.
Çocukların kampa alışma hızı söz konusu olduğunda, gerek genel yaşantısındaki gerekse kamp dönemindeki anne-baba tutumlarının son derece etkili olduğunu görüyoruz. Siz gerçekten hazırsanız çocuğunuz da hazırdır diyebiliriz.
2. Çocuklarımızın bizi özlediğini düşünürüz ancak aslında biz çocuklarımızı özleriz.
Aileler, evden uzaktaki çocuklarını çok özledikleri için, çocuklarının da kendilerini çok özlediklerini düşünür. Ancak durum her zaman ailelerin bekledigi gibi gelişmeyebilir. Bazı çocuklar (ve tabii ki aileleri) zaten kampa gitmeye dünden hazırdır, günde belki bir kez, o da çoğunlukla anne babasının zoruyla evi ararken, aşırı endişeli anneler sık sık telefon eder ya da çocuklarından evi aramasını isterler. Bu çocuklar kesinlikle evi diğerlerinden daha fazla özler ve daha zor uyum sağlarlar, aile bizimle işbirliği yapıp telefon, mesaj ve iletişimi azaltmadığında bazen hiç tam anlamıyla uyum sağlayamadıkları da olur.
Genelde bu anneler sorunun kendilerinin çocuklarını aşırı özlemesinden kaynaklandığını anlayamaz, yani uyumu kuvvetlendirmek yerine her telefon ettiklerinde bozduklarını farkedemezler. Bağımlı kişilik geliştirmiş olan çocukları da fırsat bu fırsat anneye yakınır, anne-çocuk (arada ekstrem bir iki kızımız olmuş olsa da genelde oğul) simbiyotik varoluşlarını kampta da bir şekilde devam ettirmeye çalışırlar.
3. Çocuğumuzun bizim korumamız olmaksızın zorluklarla başa çıkamayacağına inanırız.
Çocuklarımız için kendilerini ispat edebilecekleri kamplardan daha güvenli bir ortam yoktur. Hayatın her kademesinde, hepimiz haksızlıklarla karşılaşırız. Okulda, iş yerinde ya da hastanede sıra beklerken… Peki böyle bir duruma çocuklarımız ne kadar hazırlıklı? Örneğin, çocuklarımız kampta nadiren de olsa diğer çocuklarla iletişimde zorluk yaşayabillirler, kamp işte tam da bunu ‘prova etme’ imkanını sağlar, çocugumuza her koşulda hakkını doğru bir şekilde savunmayı öğretir ve “gerçek hayat”ta daha başarılı ve daha “farkında” olmasının yolunu açar.
4. Dünyanın dört bir yanından her gün aldığımız felaket haberleri biz aileleri olumsuz etkiler.
Televizyonda seyrettiğimiz, gazete ya da sosyal medyada okuduğumuz felaket haberleri biz aileleri gün geçtikçe daha korumacı kişiler haline getiriyor. Oysa gerçekte kamplarda cocuklarımıza hepimizin hayalini kurduğu “ideal dünya” sunulur. Bu “ideal dünya”da, herkesin hakkına ve fikrine saygı duymak, hakkını düzgün bir dille savunmak, paylaşmak, farklı değer ve fikirleri kucaklamak gibi temel degerler sunulur, aynı zamanda doğayla daha yakın ilişkide bulunmak suretiyle dünyadaki tek ev sahibinin biz insanlar olmadiği ogretilir. Her kampta aslolan; sevgi, takım ruhu ve yaratıcılıktır. Dolayısıyla cocuklarımızın bulunduğu kamp ortamı aslında geride bıraktıkları şehir hayatından çok daha güvenlidir.
5. Çocuğumuzdan ayrı zaman geçirdiğimiz için kendimizi suçlu buluruz.
Cesaret edip çocuğunu kampa gönderme kararı vermiş aileler, çocuk güvenli bir ortamda eğlenip hayat tecrübesi edinirken, kendisinin de yetişkin olarak çocuğundan bağımsız hayatın tadını çıkarmasında herhangi bir yanlışlık olmadığını farkederler. Aslında kamp tecrübesi tüm aileyi güçlendirir, çocuklar kamptan eve hayatlarının en güzel günleri olarak tanımlayabilecekleri keyifli anılarla döner.
Çocuğunun geleceği için hem benim kadar kaygılı, hem de bir o kadar umutlu ve heyecanlı olan tüm anne babalara sevgiler.
Emra Kesim